Habibe Tilki UZEL
Yaz Gazeteci...


Yaz Gazeteci...


Aman gazeteci gel bizim köye bizim halları da yaz

Şehirde ojeli parmakları yazma

Bir de bizim köyde nasırlanmış elleri de

Yaz yaz gazeteci yaz,

Bankada parası olan kulları yazma

Onlara aldanıp yolundan azma

Şehirden asfalt geçen yolları yazma

Bir de bizim köyden eşek geçmeyen yolları

Yaz yaz gazeteci yaz,

Yukarıdaki cümleler Selda Bağcan’ın şarkı sözleri. Ben bu şarkıyı mesleğimizin şarkısı deyip arada açıp dinliyorum. Ne de güzel özetliyor görevimizi, sorumluluğumuzu, eksikleri, hataları görerek gün yüzüne çıkarmamızın şart olduğunu. Bizler de bu bilinçle elimizden geldiği kadarıyla gerekli gördüğümüz konulara değinerek kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz.

 Malum ne yaşadığımız memleketin ne ülkemizin ne de geniş açıyla bakarsak dünyanın derdi, sorunu bitmiyor. Tekirdağ’ın eksiklerini, bitemeyen yollarını, düzensiz kent yapısını, yıllarca bakımsız sahipsiz bir kent kaderi yaşamış olduğunu yaz yaz bir hal olduk da bir sonuç elde edemedik henüz.

Ben deniz de böyle olunca sarıldım kentin tarihini ele almış yazılı kaynaklara. Acaba sorun günümüzde mi yoksa geçmişten kaynaklı mı geliyor koyuldum incelemeye.

Yazılı kaynaklar Osmanlı döneminde Rodosçuk olarak adlandırılan günümüzde Tekirdağ kent merkezi, Marmara Denizi’nin Avrupa kıyısında küçük bir liman kenti olduğunu söylüyor. 1950 yılında bahsi geçen kayıtlarda Rodosçuk’a gelmiş Catherine Zen kenti şöyle anlatıyor: “sahil boyunca uzanan bir kasaba burası. İyi yapılmış bir limanı, camileri ve kervansarayları var. Fakat kapalı bir pazar yeri yok. Genellikle Hıristiyanların yaşadığı meyve ve bağlarının bol olduğu bir yer. Çokça suyu var ama kaliteli değil. Biraz balık var. Gelirleri İstanbul’a gönderiliyor. Toprakları verimli fakat halkı işlemeyi pek de iyi bilmiyor ve istikrarsızlar.”

Catherine Zen’in Tekirdağ ile ilgili yazdığı kayıtlar çok kıymetli. Yazdıkları üzerinde biraz düşünürsek yıllar önceki Tekirdağ ile günümüzdeki Tekirdağ arasında çok da bir fark olmadığını görebiliriz. Uzun bir limanı var fakat yeteri kadar kullanılmıyor. Kapalı bir Pazar yeri bugünde yok. Suyu var fakat içine kanalizasyon akıyor. Topraklar verimli ancak kıymeti çok da bilinmiyor. Vatandaş toplu alış verişe, gezmelere İstanbul’a gidiyor dolayısıyla 1950’de olduğu gibi bu vesileyle gelirler İstanbul’a akıyor. Kentin tarihi bir geçmişi var ama izleri ne korunmuş ne de bir şekilde tanıtımı yapılıyor. Merkez de bir Arkeoloji Müzesi var acaba günde kaç ziyaretçi alıyor merak ediyorum.

Zamanında Tekirdağ’a koloni kurmuş ve M.Ö. 6. yüzyılda limanı inşa etmiş olan Samoslardan her hangi bir iz yok sorsanız kimsenin haberi dahi yok, bu bilinç kent halkına oluşturulmamış. O zamanki adıyla Bisanthe olan şehre daha sonra yerleşmiş olan kolonizatör Atinalılardan da bir iz yok. Sadece üç beş yerde Bisanthinon adını görebiliriz. Bizans konaklarından ya da kiliselerden de geriye hiçbir şey kalmamış. Tarihi yapı olarak 1357 yılında kenti fetheden Osmanlıların eserlerinden örnekler var diyebiliriz. Özellikle de Mimar Sinan’ın eseri olan Rüstem Paşa Camii ve Külliye varlığını sürdürmektedir. Bundan başka Rakoczi Müzesi, Namık Kemal Evi, Hükümet Konağı varlığını sürdüren yapılardır. Peki, yeterli mi elbette değil.

 Tarihi kaynaklar eski Tekirdağ’ın hoş görünümlü ahşap evlerden oluştuğunu yazarken daha sonraki yazılı kaynaklar o güzel ahşap evlerin yıkılmaya y tuttuğunu, restore çalışmasının hiç yapılmadığını, kentin çirkin görünümlü apartmanlardan oluştuğunu, apartmanların yanında alçak çatılı müstakil evlerin olduğunu, bunun göz tırmaladığını düzgün bir şehir planın olmadığını yazıyor. Bu cümleyi okuyup kaldırıyorum başımı sağa sola tam da aynı tabloyu görüyorum.   

Yazılı kaynakların Tekirdağ hakkında neler yazdığını zaman zaman buradan sizlere aktarmaya özen göstereceğim. Bana kalırsa her zaman olduğu gibi bu konuda da kitaplar en büyük yol gösterici. Bu kentin yöneticileri, sahipleri, halkı şayet kenti parlatmak istiyorlarsa önce bu yazılı kaynakları incelesinler. Dünden bugüne benzerlikleri ve farklılıkları, pozitif veya negatif yönlerini mercek altından geçirsinler. Belki o zaman Tekirdağ’ın sahip olduğu güzellikler daha çok ortaya çıkar ve kendi haline bırakılmış kent görünümünden biraz olsun çıkar.

Yayınlanma Tarihi : 2018-01-27 12:05:38
Okunma Sayısı : 1693
reklam yan

Habibe Tilki UZEL Diğer Yazıları