“KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN SEBEBİ CİNSİYETÇİLİK”
TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda (KEFEK) kadına yönelik şiddetin önlenmesi ile ilgili kanun teklifinin görüşmelerinde konuşan Tekirdağ Milletvekili Dr. Candan Yüceer, “Sadece cezaları arttırarak, işte onda da aylık artırımları yaparak sonuç alabilmemiz mümkün değil. Sorun, toplumsal cinsiyet eşitliğinin özümsenmemesi, kadının eşitliğinin, kimliğinin maalesef toplumun zihnine yerleştirilememesi.” dedi.
Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda (KEFEK) görüşüldü. Komisyonda konuşan CHP PM Üyesi, Tekirdağ Milletvekili Dr. Candan Yüceer, “İstanbul Sözleşmesi sadece kâğıda atılan kuru bir imza değildi. İstanbul Sözleşmesi; bir niyetin, bir iradenin, bir duruşun, bir kararlılığın, en önemlisi de politik iradenin göstergesiydi. Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkışta aynı işte bu kadına bakışı, zihniyeti, daha doğrusu bu iradesizliği, artık ona o kadar kıymet vermeyeceğinin, önemsemeyeceğinin de göstergesidir. Kadına yönelik şiddete karşı sadece cezaları arttırarak, onda da aylık artırımlar yaparak sonuç alabilmemiz mümkün değil. Sorun, toplumsal cinsiyet eşitliğinin özümsenmemesi, kadının eşitliğinin, kimliğinin maalesef toplumun zihnine yerleştirilememesi” diye konuştu.
“TORBANIN TORBASI”
Yüceer sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sağlık çalışanlarına ve kadınlara yönelik şiddet gibi aslında ikisi de ayrı ayrı çok kıymetli çok önemli olan çok hayati olan ve aralarında illiyet bağı olmayan bu düzenlemeleri aynı yerde görüyoruz. Neden böyle yapıyorsunuz? Daha önemli bir işiniz mi var? Yoksa Meclis’in gücü ve zamanı mı yok yani bunları ayrı ayrı konuşmaya, değerlendirmeye? Siz burada şu an komisyon toplantısında torbanın torbasını yapıyorsunuz. Diyorsunuz ki bize ‘genelini konuşacağız.’ Topu topu 12 madde var konuşacağımız. ‘Onları da ayrı ayrı konuşmaya gerek yok. Onları da toplu halde konuşur geçeriz’ diyorsunuz. Bu torbanın torbası oluyor. Bu tolere edebileceğimiz, yapabileceğimiz bir şey değil.
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN TEK KİŞİNİN İMZASIYLA ÇEKİLDİK”
Burada amacımız, hepimizin amacı bu sorunu çözmek, şiddeti önlemek, eğer mesele bu olsa zaten bugüne kadar geldiğimiz süreçteki yapılan çalışmalara daha hakkaniyetli bir şekilde yaklaşılırdı diye düşünüyorum. On yıl önce bizler Parlamentoda ‘Kadına yönelik şiddet sorunumuz var ve mevzuatlarımız bu konuda yeterli değil dedik’ ve gittik dedik ki: ‘Öncülük ediyoruz, ilk imzacısı olmakla övünüyoruz...’ İstanbul Sözleşmesi'ne imza koyduk, bu sözleşmeden daha sonra sanki bu sorun bitmiş, biz kadına yönelik şiddet konusunda, kadın cinayetleri konusunda OECD ülkeleri arasında ilk sırada değilmişiz gibi, artık kadına yönelik şiddet sorunumuz yokmuş gibi ve bir tek kişinin kararıyla, bir tek gecede... Sanki bu mücadele öyle bir günde verilmiş bir mücadele, sanki bu mücadelede binlerce kadının hak mücadelesi, eşitlik mücadelesi, gözyaşı, acısı yokmuş gibi bir gecede değil tek kişinin kararıyla da çıkıverdik.
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ SADECE KAĞIDA ATILAN KURU BİR İMZA DEĞİLDİ”
İstanbul Sözleşmesi gerçekten yaşayan ve yaşatan bir mücadelenin ürünü. Sadece kâğıda atılan kuru bir imza değildi İstanbul Sözleşmesi; bir niyetin, bir iradenin, bir duruşun, bir kararlılığın, en önemlisi de politik iradenin göstergesiydi. Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkışta aynı işte bu kadına bakışı, zihniyeti, daha doğrusu bu iradesizliği, artık ona o kadar kıymet vermeyeceğinin, önemsemeyeceğinin de göstergesidir diye düşünüyorum.
İstanbul Sözleşmesi gibi yaşayan, yaşatan, günceli yakalayan, güncel sorunları tespit eden, durmayan, bunları sürekli raporlaştıran bir sözleşmeyi hayatımıza geçirelim, uygulayabilelim, kadınları yaşatabilelim, eşitsizliği giderebilelim diye mücadele ettik. Ama şimdi geldiğimiz noktada, işte ilk önce İstanbul Sözleşmesi'nden çıkarak, sonra 6284'e bu gerekçede, kanunun gerekçesinde hiç atıf yok.
“SORUN TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİN ÖZÜMSENMEMESİ”
Sadece erkeğe verilen cezaları arttırarak, işte onda da aylık artırımları yaparak sonuç alabilmemiz mümkün değil. Sadece sonuçla ilgileniyorsunuz ve o suçu da sadece cezaları belli oranlarda arttırarak çözebileceğinizi düşünüyorsunuz. Sorun, toplumsal cinsiyet eşitliğinin özümsenmemesi, kadının eşitliğinin, kimliğinin maalesef toplumun zihnine yerleştirilememesi ve bunun yargıdan kolluğa, kolluktan topluma, toplumdan eğitime, halkımıza, erkekten kadına her kesime sirayet etmesi, bununla mücadele etmemiz gerekiyordu. İşte, tam olarak da İstanbul Sözleşmesi, 6284 bunu sağlayacaktı.
“ÜLKEMİZDE KADINSAN VE HÂLÂ NEFES ALIYORSAN ŞANSIN VAR DEMEKTİR”
‘Nefes alıyorsak umut var demektir’ denir ama bence bizim ülkemizde kadınsan ve hâlâ nefes alıyorsan umut değil de şansın var demektir, çünkü gerçekten artık cezalar evrensel hukuk kurallarına göre verilmiyor, toplumun ahlak anlayışına, bireylerin, kişilerin ahlak anlayışına, toplumsal normlara göre karar veriliyor. Sorun çok daha derin, daha kökü var ve sadece böyle cezaları üç ay artırarak, beş ay artırarak, cezaları yamalı bohça şekline dönüştürerek olmuyor. Cezalarda ciddi anlamda düzenlemeler yapmak gerekiyor. Öte yandan sorun cezalarda değil, sorun ceza pratiğimizde, yargı pratiğimizde, uygulamalarda. Dolayısıyla, bu kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, kadın ile erkek eşit olarak görülmediği sürece, bence hafifletici unsurlar devam ettiği sürece durmayacak.”
Okunma Sayısı : 808